karşımda dikiliyorsun ya öylece
ağzında sakız çiğniyorsun tüm medeniyeti
bak ellerime gözlerime dudaklarıma hür hülyalarıma
ensemde pişirilen öfkeme örtülmüş ötelenmiş düşlerime
bir volkan olsam patlardım kesin
bir baraj olsam taşardım herhalde
birkaç ihtimalli olayın her türlüsü muğlak
hayır dur dinle yeni bir şeyim yok
konuşmayı öğrendim sadece
taş değilim ya ki onun da vardır bir dili
rüzgar sırtına vurunca konuşur
ya da ne bileyim belki bir yağmura yakalanınca
bir yaz geçirmiştik beraber
şuncacık ömrümde koskocaman bir yere oturan
harikulade bir yaz
yağmurlardan sıyrılıp kendi güneşimizin kucağında
tüm mevsimleri de ardımıza almıştık ne güzel
sımsıkı tutunmuştuk o yaza
dökülmeyecektik son kertede
radyoda sevdiğimiz bir şarkı çalmıştı
ama sadece bir kez çaldı
böyledir radyo
asla sevdiğin şarkıları koymaz art arda
güzel geçen bir mevsimin ardı da böyle
sevdiğin bir şarkının ardına sevdiğin şarkıyı koymuyor
sonbaharda gelen fırtına ile kavrulduk
ben bilmiyordum anıların bu derece saldırgan olduğunu
konuşmaya başlayışımda bu denli keskin yarıklar açacağını
oralardan filizleneceğini bu şiirin
binlerce çark yığını döndü
ve içinden çıkan sana bakıyorum
zerre yerin yokmuş hür hülyalarımda
ben zihnimde yarattığım senleymişim
ne korkunç değil mi
belki de senin bendeki senden hiç haberin olmayacak
daha korkuncu da var
kimsenin benim zihnimdeki benden de haberi olmayacak
Ahmet Çakar