BİRLİKTE YAŞAMAK MÜMKÜN!
HAYVANLAR HAYATIMIZIN NERESİNDE?
Hayvanların, bu gezegende bulunma süresi insanların bulunma süresiyle kıyaslanamayacak kadar eski olup buraya sonradan gelenlerin bizler olduğunu söylemek ancak malumun ilamı olur. Hayvanlarla karşılaştığımız ilk andan itibaren hiç de ev sahibi-misafir ilişkisi içinde gitmeyen ve günümüze dek süregelen bu ilişkinin kökleri ise çok derinlerde. Anlaşmamak için direndiğimiz ev sahibimizi en iyi tarih öncesi çağlardaki mağara resimlerinde görebiliriz: Avlanmak üzere olan bir geyik, sürüyle gezen bizonlar, tek başına bir aslan... Peki bu resimlerin yarasa dışkısı ile çizilmesine ne demeli ?
12 bin yıl öncesine tarih verilen Göbekli Tepe’de bir turna, 5 bin yıl önce yazılan Mısır hiyerogliflerinde tarımı temsil eden bir çift öküz, yine aynı medeniyetin mumya krallarının lahitinde birlikte bulunan mumya kediler; bize hayvanlarla aramızdaki ilişkinin kökenini hatırlatmaz da 32 bin yıl önceki Stadel Aslanı da mı hatırlatmaz?
İster avcı-toplayıcı dönemde, ister yerleşik hayatla birlikte gelen çiftçilik döneminde, en sonunda ise modern dönemde hayvanlar ve insanların iç içe olmadığı tarihi bir dönem yoktur. İnsanlığın belleği sayılan mitlerde, halk destanlarında, toplum masallarında; sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yaşantıda karşımıza çıkan ve birbirine tarih elementlerinin en kuvvetli alaşımlarıyla perçinlenmiş bir olgu olarak kendini göstermektedir bu iç içelik.
Yunan mitolojisinde Pegasus; deniz tanrısı Poseidon ile yılan saçlı Medusa’nın oğlu olduğuna inanılan hayvan, kanatlı bir attır. Hz. Muhammed’i miraca çıkarken taşıyıp göğün 7 katını gezdiren hayvan, Burak isimli bir binektir. “Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız” diyen Hacı Bektaş-ı Veli, bir kolunda aslan diğer kolunda ceylan ile tasvir edilir. Uygurlara ait olan Türeyş Destanı’nda Türklerin soyunun bir bozkurttan geldiği anlatılır. Nuh peygamberin tufandan önce bir gemi yaptığı ve bu gemiye soyun devamı için insanoğlunun yanında her hayvandan birer çift aldığı anlatılır.
Ünlü Fransız yazar La Fontaine dünyaca ünlü masallarında tıpkı Beydeba'nın Kelile ve Dimne’sinde olduğu gibi hayvanları konuşturarak okuyucuya tecrübe ile elde edilmiş eğlenceli bilgiler sunar. Şeyhi, Harnâme’sinde kendi başına gelenleri bir eşek karakteri üzerinden tarif edip yaşadığı dönemdeki yozlaşmayı hicvederken; George Orwell, ünlü Hayvan Çiftliği romanında yine hayvanlardan yararlanarak sistemi eleştirir.
Etsiz bir yemeğe burun kıvırırken soframızdaki etin gökten zembille indiğini düşünmüyoruzdur herhalde? Protein depolamak için günlük 6 yumurta yiyen bir sporcu da bu yumurtaların fabrikada üretildiğini söylemez değil mi ? Ya da kek çırparken tarife uygun 2 su bardağı süt eklendiğinde aklımıza hiç bunun bir inekten elde edildiği gelir mi?
Yüzyıllardır refah seviyeleri bir karış öteye gidememiş adımlara karşı son yıllarda yapılan girişimler ile kamu indinde büyük ölçüde bir farkındalık oluşturuldu. Bu sayede hayvanlarla insanlar arasında bir “Hayat Arkadaşlığı” oldukça popülerlik kazandı. Öyle bir arkadaşlık ki bu; herhangi bir çıkar ilişkisine dayanmayıp ömür boyu sürebiliyor. Temel haklar üzerinde uzlaşılan bu arkadaşlıkta taraflardan biri ağzını açıp bir kelime edemezken diğeri onun da ihtiyaçlarını karşılayıp haklarını gözetiyor. Üstelik bu gözetme, “Hak sahibi olmak için bilinç sahibi olmak lazım” ilkesini çürütüp yerine “Hak sahibi olmak için vicdan sahibi olmak lazım” hırkasını sevgi ipliği ile ilmek ilmek dokuyor.
Süregelen dönemden bu güne, yüzlerce yıllık bu perspektif ile baktığımızda aklımızda Goethe’nin şu sözü beliriyor. ''Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa orada yaşayın; çünkü komşularınız güzel insanlardır.''