Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı kapitalizm büyük kentlerin oluşmasını, büyüyüp gelişmesini sağlarken kentler de kendi insanını yarattı.
Bu yeni dönemin üretim ilişkileri, çok mutlu bir azınlığın dışında kent insanının boğuşmak zorunda olduğu pek çok sorunu da beraberinde getirdi ne yazık ki!..
Başımızı kaldırıp çevremize biraz baktığımızda metro ve otobüslerin çeşitli bahanelerle bir yerden bir yere, sabah-akşam durmadan taşıdığı insan suretindeki sıkıntıları görmemek mümkün değil…
Kimileri gülüyor, kimileri sinirli, kimileri üzgün, kimileri tamamen duygusuz…
O anda yataklarında mutlu, huzurlu bir uykunun kollarında olması gereken küçücük çocuklar bile gözlerinden uyku akarken okul yollarında sürükleniyorlar.
Kentler mi suçlu yoksa ayak uyduramadığımız için biz mi suçluyuz?
Yoksa başka bir şey mi?
Hızlı ve acımasız şehir hayatının beraberinde getirdiği ekmek kavgası, rekabet, kültürel çatışma ortamı hem beden hem de ruh sağlığımızı olumsuz etkiliyor.
Son zamanlarda, beden ve ruh sağlığımıza en fazla zarar veren etken ise deprem felaketi oldu.
Ülkemizde yaşayan her altı kişiden birini doğrudan etkileyen Kahramanmaraş depremi, önceliklerimizi bir anda değiştiriverdi.
Bir insanı mutlu edecek ihtiyaçları sınırsızdır çünkü bir ihtiyacını giderdiğinde bir diğeri ortaya çıkar.
Yaşadığımız deprem felaketi, “Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi”nin temelini oluşturan fiziksel ihtiyaçlar ile güvenlik ihtiyacını herkese çok acı bir şekilde yeniden anımsattı. Bu iki temel ihtiyaç, en biyolojik ve evrimsel kökeni en eskiye dayanan ihtiyaçlarımız…
Günlük yaşamımızda çok önemsediğimiz sosyal ihtiyaçlar, saygınlık ihtiyacı, kendini gerçekleştirme ihtiyacı gibi hiyerarşinin diğer basamakları ülkemiz için zaten pek ulaşılabilir değildi, deprem sonrasında “hiç” oldu!
Çünkü su ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarımıza bile ulaşmak lüks hale geldi.
Binlerce insan arabalarda, çadırlarda yaşamaya çalıştı, hâlâ da yaşamaya çalışıyor.
Seçeneği olanlar, şehirleri terk edip köylerde, yaylalarda tek katlı evlere sığındı.
Neden?
Sadece 'yaşamak' için...
'Yani bütün işin gücün yaşamak olacak' derken kastettiği bu değildi Nazım Usta'nın!..
Yaşamak bu değildir!
'Esas olan sadece yaşamak değil, insana yakışır şekilde ve onurlu yaşamaktır.'
İnsanca, insana yakışır bir şekilde, mutlu ve huzurlu yaşamak herkesin hakkıdır.