Bu, karnı tok ama ruhu aç insanların çağı.
Eskiden insanlar bir sofrada buluşur, bir bardak çay eşliğinde dertleşirdi. Şimdi “görüşelim” demek, bir ekranda çevrim içi olmayı çağrıştırıyor. Dokunmadan, göz göze gelmeden, hissetmeden iletişim kurmaya çalışıyoruz. Oysa ekranın ışığı, insan sıcaklığının yerini tutmuyor.
Sosyal açlık, yalnızlık hissinden daha derin bir boşluk. İnsan, konuşamadığında değil; anlaşılmadığında tükeniyor. Paylaşım eksikliği zamanla güveni ve empatiyi yok ediyor. İnsanlar, kendilerini duyurabilmek için daha yüksek sesle bağırıyor; ama ironik bir şekilde kimse kimseyi dinlemiyor.
Bu durumun tehlikeli sonuçları var. Toplumsal öfke artıyor, bireyler içe kapanıyor, depresyon normalleşiyor. İnsan ilişkileri yüzeyselleşiyor, dostluklar menfaatle ölçülür hâle geliyor. “Nasılsın?” sorusu bile çoğu zaman merak değil, nezaket kalıbına dönüşüyor.
Oysa çözüm çok da uzak değil: Gerçek bir sohbet, içten bir selam, samimi bir dinleyiş...
Belki de yeniden insan olmanın başlangıcı, bu küçük ama derin adımlarda saklı.
Sosyal açlık, sadece bireyin değil; toplumun da ruhunu kemiriyor. Bu açlığı doyurmanın yolu, teknolojiden kaçmak değil; insana yeniden dokunmayı öğrenmek.
Çünkü unuttuklarımız arasında en kıymetlisi, birbirimize iyi gelmekti.
Haydi, biraz gayret!
Bu hafta benden bu kadar dostça kalın.
