Bütün “en”ler Akan içindi. En yakışıklı, en çok aranan, en güzel gülüşlü, en uzun boylu, en güzel saçlı, en güzel gözlü, en sevilen... Ancak Tarık Akan’ın içinde başka şeyler kaynıyordu.
Sunuş: Tarık Akan’ın yaşamöyküsünü yazmaya karar verdiğimde böylesine renkli bir yaşamı okura sunacak olmanın heyecanı sarmıştı içimi. Derinleştikçe heyecanım arttı. Ulaştığım bilgilerin bazıları kamuoyuna mal olmuştu ama bilinenlerin perde arkası da ilginçti. Halk Kitap’tan “Yüreği Yüzünden Güzel” başlığıyla yayımlanacak olan kitabın çok dar bir özetini Cumhuriyet okurlarıyla paylaşıyoruz. 1970 yılının sonuydu...
Tahsin Tarık Üregül’ün ilk gençlik yıllarında, başlayıp ömür boyu sürecek arkadaşı Zeki İrfanoğlu, çevresinin deyimiyle Kozalak Zeki, Ses dergisinin yarışmasına onun fotoğraflarını göndermiş, Tarık birinci olmuştu. Bu birincilik ona mutlaka bir filmde oynama hakkı tanıyacaktı ama devamı kendisine bağlıydı.
Derginin yöneticileri bunun için ilk iş olarak yeni bir soyadı çalışması yaptılar. Dergi yönetmeni Erman Şener’le yapılan toplantıda Tarık, sevdiği bir aktör olan Fikret Hakan’a olan özel ilgisinden söz edince arayış noktalandı, on kadar soyadı taslağından “Akan” kazandı.
Tarık Akan kamera önüne hazırdı. Aylar sonra 1971’in ortasında güzel haber geldi. Fatma Girik’le bir filmde oynayacaktı. İlk filmi “Solan Bir Yaprak Gibi” ile Yeşilçam’a adımını attı. Hemen ardından Türkan Şoray’la “Melek mi Şeytan mı”, Hülya Koçyiğit’le “Beyoğlu Güzeli”, Filiz Akın’la “Emine” filminde oynadı. Daha birinci yıl, dönemin bütün kadın başrol oyuncularıyla kamera önünde tanışmıştı.
Fatma Girik onu ilk gördüğünde çevresindekilere sordu:
- Kim bu sırık?
Filmin sonunda yorumunu yaptı:
- Bu sırıkta iş var!
Birinci yıla 5, 1972’ye 10 film sığdırdı. Yönetmen Ertem Eğilmez, Tarık Akan’daki büyük geleceği gördü ve bundan böyle sadece kendi şirketi Arzu Film’le çalışması için sözleşti. Eğilmez’in oğlunun adı Ferdi’ydi. Oğlu gibi sevdiği Tarık Akan’a da Ferdi ile uyumyu olması için filmlerde öncelikle Ferit adını verdi. O hızla 1973’e Bebek Yüzlü, Canım Kardeşim, Oh Olsun, Umut Dünyası, Yalancı Dünya, Yeryüzünde Bir Melek’i sığdırdı.
Kendi deyimiyle Yeşilçam’a paraşütle inmiş, bütün gönülleri fethetmişti. Başka yönetmenler de çalışmak istiyordu onunla. Eğilmez, hatırını kırmıyor, izin veriyordu ama bütün haklarının kendinde olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyordu. Film başına 7 bin 500 lira alıyor, setten sete koşuyordu. Anne babasına ev, kendisine üstü açık araba aldı. Binmek ne mümkün, genç kızlar görünce arabanın önüne atlıyordu. Satmak zorunda kaldı.
HABABAM SINIFI
1975’e girerken aşk filmlerinin yanında toplumsal içerikli, herkesin yaşadığı sorunlara değinen filmler de yapmak istiyordu. Bir gün Rıfat Ilgaz’ın Habamam Sınıfı kitabıyla Ertem Eğilmez’in karşısına çıktı. Eğilmez, Ilgaz’ın eserlerinin Sansür Kurulu’ndan geçmeyeceği endişesindeydi. Tarık Akan’ı da kıramazdı. Film çekildi ama Akan’ın istediği mesajlar, eğitimin içinde bulunduğu durumu anlatan bölümler gitmiş, sadece güldürü kısmı kalmıştı. Rıfat Ilgaz buna çok üzüldü. Tarık Akan da ilk iki Hababam Sınıfı’nın ardından ötekilerde oynamadı. Yıllar sonra 1990’da Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri’ni onun istediği özde oynadı, ardından sordu: - Şimdi oldu mu ustam? Ertem Eğilmez, Tarık Akan’ın ille de sosyal içerikli filmler ısrarına noktayı koydu. “Bundan sonra yok” dedi. Kendince onun iyiliği için de bu şarttı. Zira Türkiye’nin siyasi ortamı geriliyordu. Tarık Akan’ın başına iş gelebilirdi. Yakışıklılığı, giderek yükselen oyun gücü Tarık Akan’a şu unvanı vermişti: Veliaht prens! Bütün “en”ler Akan içindi. En yakışıklı, en çok aranan, en güzel gülüşlü, en uzun boylu, en güzel saçlı, en güzel gözlü, en sevilen... Ancak Tarık Akan’ın içinde başka şeyler kaynıyordu.
ANKARA YÜRÜYÜŞÜ
5 Kasım 1977’de İstanbul Beyoğlu’ndan başlayan sinema sanatçılarının Ankara Yürüyüşü Tarık Akan için tam bir milat oldu. İçindekilerin ne olduğunu orada gördü. 400’e yakın sanatçı ve sinema emekçisi sansürü ve sinema üzerindeki baskıları protesto için şehiriçlerinde yürüyerek, 7 Kasım’da TBMM’ye geldi. Kimler yoktu ki: Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Kadir İnanır, Türkan Şoray, Vedat Türkali, Arif Keskiner, Ali Özgentürk, Fikret Hakan, Umur Bugay, Yavuz Özkan, Meral Orhonsay, Hale Soygazi, Yavuz Özkan, Hakan Balamir, Semra Özdamar... Ankara Yürüyüşü’nden istediklerini alamadılar ama kendi içlerinde örgütlenmesini öğrendiler. Tarık Akan içinse pek çok kazanım oldu. Bunların başında yönetmen Yavuz Özkan’la dostluğu ilerletmesi geliyordu. Bu dostluktan Maden doğdu. Maden filminin ilk adımları bu yürüyüşte atılırken Ertem Eğilmez’le aralarındaki köprüler de atılıyordu. Maden, 1978 filmi. Kesin kararını vermişti. Veliaht prens değil, halk olacaktı.
Arif Keskiner’le kafa kafaya verdiler. Maden Film adlı bir şirket de kurup yola koyuldular.
CÜNEYT ARKIN’A SEÇENEKLİ TEKLİF
Ertem Eğilmez’le yolları ayıran Tarık Akan için “Ferit” geride kalmıştı. Ferit, artık münferitti, geçmişinden bir parça. Şimdi madenci Nurettin vardı. Filmin öteki başrol oyuncusu olarak Cüneyt Arkın’a teklifi kendisi götürdü: - İki başrol var, sendikacı ve işçi. Sen hangisini istiyorsan al, ben ötekini oynayacağım. Cüneyt Arkın sendikacıyı seçti. Filmin çekim hazırlıkları sürerken Tarık Akan bir hafta kayboldu. Arkadaşları arıyor yok. Bir madenci ailesinin yanına gitmiş, bir hafta onlar gibi yaşamıştı! Kafasına koymuştu, bu film çok güzel olmalıydı. Çekimlerin de gerçek maden ocağı ortamında olması gerekirdi. Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Deniz Baykal’dan izin alındı Tunçbilek’te çekimler yapıldı. Film tamamlandıktan sonra Ankara’ya Sansür Kurulu’ndan izin için götürürken yolda, o sırada İzmit Cezaevi’nde yatmakta olan Yılmaz Güney’e uğradı. Yılmaz Güney onu uzun koridorun ucundan kollarını açarak karşıladı. Maden filminin tüm bobinlerini bırakıp gitmesini istedi.
Hapiste nasıl izleyecekti ki?
Yılmaz Güney, gece şehirdeki bir sinemadan film makinesi söktürüp getirmiş, mahpuslarla filmi izlemişti. Ertesi gün cezaevine girişte tüm mahpuslar ve Yılmaz Güney, Tarık Akan’ı alkışlıyordu. Yılmaz Güney, filmin zorluklarla çekildiğini bildiği için tüm mahpuslarla topladıkları bir mendil parayı da bobinlerin yanına koydu. Tarık Akan’ın oyunculuk gücünü yükseltmesinde önemli pay Vasıf Öngören’indi. Yaşamında sık sık tekrarladığı gibi Vasıf Öngören ona “oyunculuğu ve solculuğu” öğretmişti. Vasıf Öngören, “Şimdi kartpostal çocuğusun Tarık, genç kızlar evlenince seni unutur” diyor, okuması gerekenleri sıralıyordu. Başta Stanislavski’nin Bir Karakter Yaratmak kitabı geliyordu. Öngören’in Cihangir’deki evi okul, Beyoğlu Caddesi insan gözleme laboratuvarıydı.
YAŞAR KEMAL: DÖRT DUVAR KİTAP OKUMALISIN KOCA OĞLAN!
Tarık Akan sinemada anlayışını değiştirirken çevresini de daha çok bilgi alabileceği ustalarla örüyordu. İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Yaşar Kemal’le hem dostluğu ilerletiyor hem onların öğrenciliğine soyunuyordu. “Yaşar Kemal’in bütün kitaplarını sinemaya uyarlasalar yeridir” diyordu. Yaşar Kemal için de o hep “koca oğlan”dı. Kitaplarını imzalarken ise “canım oğlum” diyordu. Yaşar Kemal’in “Dört duvar kitap okumalısın” sözünü yaşamı boyunca unutmadı, arkasını şöyle getirdi: “Üç duvar okudum...” Hiç oldum demedi. Hiçbir zaman dört demedi! İlhan Selçuk’la özellikle Mustafa Kemal sohbetlerini seviyordu. Onun felsefeyi de içine alan sohbetleri akşam başlıyor, sabah erkenden bitiyordu! İlhan Selçuk ona “Bak Tarık” diyordu, “Sokakta bir okur benim yazım için, çok güzel olmuş ben olsaydım da böyle yazardım, dedi mi tamam demektir. Bütün mesele halkın seni anlaması” diyordu. Tarık Akan, İlhan Selçuk’la birlikte... İlhan Selçuk’la gönül bağı o kadar derindi ki yıllar sonra 2009’daki son sinema filmi “Deli Deli Olma”da onun kasketini kullandı. Tarık Akan’a şapka küçük gelince arka iç kısmından biraz kestiler.
ANITKABİR’DE AYAKLARI TİTREYİNCE
Tarık Akan’ın en yakın arkadaşı Zeki İrfanoğlu (Kozalak Zeki) ile buluşmalarımız hüzünlü oldu. Sık sık gözleri doldu. 1970’li yıllara ilişkin aklındaki onlarca anıdan biri Anıtkabir’e gidişleriydi. 1974 yılı 28 Ekim günü Anıtkabir ziyaretinde merdivenleri çıkarken dizleri titremeye başladı, Zeki’ye döndü: - Zeki olum benim ayaklarım titriyor. Zeki önce sağlık sorunu olduğunu düşündü. Az sonra anladı ki, Tarık Akan mozoleye doğru çıkarken heyecanlanmış ve yürüyemeyecek kadar titremeye başlamış. Zeki o günü şöyle anlattı: “Düşmesinden endişe ettim. Çevreye baktım, bizi izleyenler vardı. Sanki orada oturup insanlara bakıyormuş gibi yaptık... Tarık’ın Atatürk sevgisi ömür boyu sürdü. Hep onun beynini inceleme olanağı olsa derdi... Kendisi 57 yaşına gelince bana demişti ki ‘Atatürk 57 yılda neler yaptı, ben sadece üç çocuk yaptım’. Sonra Atatürk belgeselleri yaptı. Her yere dağıttı...”
12 EYLÜL’DE ASKERDE!
1980’e gelindiğinde artık salon filmlerinin yakışıklı oyuncusu yok, Türkiye’nin sorunlarına tuz basan, bu uğurda bütün riskleri göze alan Tarık Akan vardı. Kimilerine göre de “komünist Tarık” olmuştu. Atıf Yılmaz’la Adak filminin çekimi sırasında dönemin Tercüman gazetesi manşet attı: “Tarık Akan Asker Kaçağı!’’ Setten sete koşturmadan askerliğe fırsat kalmamıştı. Hemen Tuzla Piyade Okulu’na teslim oldu. Ertesi gün, “12 gün bayram izni var” dediler. Hemen Atıf Yılmaz’ı aradı: “Abi 12 gün tatil var, Adak filminin benimle ilgili bölümlerini çekelim.” Yaşanmış bir olaydan senaryolaştırılan Adak, böyle çekildi. Askerde iki doktor İbrahim Astarcıoğlu ve İbrahim Öz’le ömürlük dost oldular. Aynı odada kalıp, geceler boyu Türkiye’yi kurtardılar. Ortak paydalarından biri Cumhuriyet gazetesiydi. Üçü de Cumhuriyet okuruydu. Denizli’de yedek subay olarak yaptığı askerliğin sonuna doğru 12 Eylül 1980 darbesi geldi. O gece darbeye karşı sözlerini duyan olmasın diye iki İbrahim ağzını zorla kapattı. Askerlik sonrası uzun gözaltı, devamında Yol filmi onu gözlüyordu...